Günlük dilde kaygı kavramını daha
çok endişe, bunaltı, tedirginlik, tasa, vesvese ve korku yerine, ya da bilinçli
kuruntularımız için kullanırız. Bu kişiler için ‘evhamlı’ nitelemesini kullanırız.
Örneğin sınavdan, sağlığımızdan veya sevdiğimiz bir yakınımızın hayatından, bir
toplantıya zamanında yetişip yetişemeyeceğimizden, topluluk önüne çıkacağımız
zamanlarda “kaygı”lanırız ya
da dünya yıkılsa umursamayan kişiler için “kaygısız” nitelemesini
kullanırız. Kaygı kavramının Türkçe’de günlük dilde bu şekilde sıradan kullanımı,
ülkemizdeki ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlar bunun yerine orijinal terimi
(anxiety) anksiyete olarak kullanmakta ancak bu kelimenin dilimize uymamasını
dikkate alan bazı uzmanlar bunaltı kelimesini kullanabilmektedirler.
İnsanlar belki de en çok kaygı ve
korku duygusunu birbiriyle karıştırmaktadır. Korku duygusunun kaynağı yani
nesnesi vardır. Kaygı yaşayan insanın ise nesnesi kaybolmuş, korku duygusuna
benzer tepki verir, kendini aşırı rahatsız hisseder, kuruntuludur, iç sıkıntısı
çeker ve bu hoş olmayan duygularının kendisinin fark ettiği ya da görünürde
olan özgül bir nedeni de yoktur.
Kaygı bozuklukları, klinik
psikologların en fazla araştırdığı ve çalıştığı psikopatolojilerin başında
gelir. Aslında kaygı, evrimsel süreç içinde insanın varlığını sürdürebilmesini
sağlayan en önemli “yeteneklerden” birisidir. R. Lazarus ve S.
Folkman, herhangi bir uyaranla karşı karşıya gelen bireyin, arka arkaya gelen
iki değerlendirme süreci yaşadığını söyler.
Birincil süreç, kişinin uyaranın
bir tehdit olup olmadığına karar verdiği süreçtir. Kişi burada hem uyaranın
niteliğine hem de kendi başa çıkma mekanizmalarına bakarak “tehdit”
veya “tehdit değil” kararını verir. Eğer bir tehdit algılanıyorsa, işte
kaygı burada ortaya çıkar. Kaygının fizyolojik, bilişsel, duygusal ve davranışsal
boyutları vardır. Fizyolojik olarak
vücut kendisini tehdide karşı
koruyabilmek için hazırlanır. Bilişsel olarak da kişi uyaranı değerlendirmeye
devam eder. Daha önce benzer durumlar olduysa bunlar hatırlanır, tehlikenin ne
kadar büyük olduğu, daha önceki durumların sonuçlarının değerlendirilmesiyle
anlaşılmaya çalışılır. Duygusal olarak da gerginlik, rahatsızlık ve korku gibi
duygular ortaya çıkar. Davranışın nasıl olacağı ise genellikle tehdidin büyüklüğü
ile ilgili değerlendirmenin
sonucuna göre belirlenir. İkincil
değerlendirmeden sonra, kişi tehditle “savaşmayı” seçebilir. İkinci
seçenek “kaçmaktır”. Bir diğer seçenek de “hareketsiz
kalmak” olabilir. Bu mekanizma insanın evrimsel sürecinde ona çok yardımcı
olmuştur. Özellikle yırtıcı bir hayvanla karşılaştığınızda en fazla ihtiyacınız
olan şey kaygılanmak ve bu durumla ilgili bir şeyler yapmak olabilir.
Yukarıda bahsedilen durum,
elbette psikopatolojik değil. Kaygının normal bir tepki olmaktan çıkıp
psikopatoloji olarak ele alınabilmesi için belli kriterler gerekir. Bunların başında
karşılaşılan durum ile gösterilen tepki arasındaki orantısızlık gelir. Örneğin
hepimiz gece karanlıkta sahipsiz dolaşan bir köpekten korkabilir, hatta
yolumuzu da değiştirebiliriz.
Ancak bir köpekle karşılaşma
riskini ortadan kaldırmak için evden dışarı çıkmaktan kaçınmak veya küçük
sevimli bir köpekten bile aşırı korkmak ortada bir sorun olduğunu gösterebilir.
Başka bir kriter ise kişinin günlük işlevselliğinin, sosyal hayatının, kişilerarası
ilişkilerinin yaşadığı bu kaygılar nedeniyle olumsuz yönde etkilenmesidir.
Kaygı
(Anksiyete) Bozuklukları
- Ayrılma
Kaygısı Bozukluğu
- Seçici
Konuşmazlık (Mutizm)
- Özgül
Fobi
- Toplumsal
Kaygı Bozukluğu (Sosyal Fobi)
- Panik
Bozukluğu
- Agorafobi
- Yaygın
Kaygı Bozukluğu
- Tanımlanmamış
Kaygı Bozukluğu